18 Ocak 2016 Pazartesi

Kentsel Dönüşüm - Hamam Böcekleri ve Mustafa Sarıgül Tehlikesi / 2. Bölüm

SİZ KİMSİNİZ M. SARIGÜL HAKKINDA VAY EFENDİM ŞÖYLEDİR BÖYLEDİR DERSİNİZ!?

Siyaset haysiyetsizlik, kitapsızlık ve bilimum üçkağıtçılık gerektirir. Siyaset yapan şerefsizdir. Sadece siyasiler şerefsiz; şerefsizler de siyasi olabilir. Bu konuyu sabaha kadar tartışabiliriz ama tartışılacak bi yanı da yok açıkçası. Bok gibi mevzu. Tabii aralarında şerefsiz olmayan, egolarını bir kenara bırakmış, üçkağıtçılıkla arasında üç kağıt bile bulunmayan yegane insanlar da yok değil. Bunun en büyük örneği Mustafa Sarıgül diye düşünmüştüm hep... 
Hala da öyle düşünüyorum. Aksine iddia eden benimle konuşmasın.
*
Osmanbey'den metroya bindim. 
Hani bu metro koltuklarında hep Fanatik gazetesi unuturlar da açar okursun ya, ama bi güvenemezsin eline pis gelir böyle, iğrenç gibi. Aynı öyle bir gazete, boş koltuğun üzerinde dörde katlanmış şekilde duruyordu. Sinsice uzanıp aldım, dedim ki bakayım Galatasaray ne yapmış? 
"ASLAN YIKILDI!"
"GALATASARAY PATLADI; CİM BOM... BOM!"
"ASLAN ARKANA YASLAN..."
Anlaşılan yine yönetimde bir çatlak, teknik direktör gönderiliyor falan filan. O anda gözüme başka bir haber çarptı: 
"MUSTAFA SARIGÜL YENİ PARTİ KURUYOR!" 
Dün akşam ani bir basın toplantısıyla yeni parti kurma çalışmalarına başladığını açıklayan Sarıgül, gündeme bomba gibi düştü. Sarıgül, gündeme bomba gibi düştü. Bomba gibi. Düştü. Sarıgül. "Mustafa Sarıgül hakkında vay efendim şöyledir - böyledir diyenler varmış. Eyvallah kabul ediyorum. Ama Mustafa Sarıgül, tek bir düşünceye sahiptir o da halkımızın sonsuza dek mutlu yaşamasıdır. Mustafa Sarıgül bunun için vardır. Sarıgül asla aksini düşünmemiştir. Çünkü Sarıgül iyilikten başka bir şey düşünmez. Bu amaçla Sarıgül, Yüce Rabb'ini de yanına alarak, yepyeni bir hareketin en küçük adımını bugün atmıştır. Yarın daha büyük adımlar atacaktır. Çünkü Sarıgül büyük adım atar. Sarıgül'ü en kısa zamanda ekibini toplamış, hazır vaziyette tekrar göreceksiniz. Emin olun arkadaşlar, bu oluşum her şeyi değiştirecektir...
Son olarak şunu söylemek isterim; bu yeni partimizin adı MSP yani Mustafa Sarıgül'ün Partisi'dir. Zaten başka ne olabilir ki..." şeklinde konuştu.
Devam edecek...

8 Haziran 2015 Pazartesi

Kentsel Dönüşüm - Hamam Böcekleri ve Mustafa Sarıgül Tehlikesi

Sabah erkenden giyinip, çıktım. Gregor'un oturduğu sokağa girdim. Sokağa epey ağır bir koku hakimdi. Gregorların evininin önündeki hareketlilik dikkatimi çekti. Birkaç yüz tane hamamböceği evin önüne toplanmış, grev yapıyorlardı. Ellerindeki pankartlarda "Dönüşüm muhteşem olacak!" "Radyasyon bize koymaz!" gibi yazılar dikkatimi çekti. Önemsemedim, zile bastım. Megafondan Gregor'un annesinin sesi geldi: "NE VAR AMINA KODUMUN ÇOCUĞU NE GELDİN YİNE?"

Gregor aşağıya indi "Çabuk gidelim buradan, çok uzaklara..." dedi.


"Nereye gidicez?"


"Okula."


Okula vardık. Okul yılın en kalabalık günlerini yaşıyordu. Adeta bir karnavalın içine düşmüştük. Final haftasında iki karşıt görüşlü grup arasında çıkan olaylar yüzünden ortalık büyük karışıktı. Her tarafta kara fatma polis araçları, özel tim sinekler, ambulansın yanında bekleyen kelebek sağlık görevlileri hazır bekliyorlardı. 


Bir anda bir patlama sesi geldi: "BUM!" 


Sonra bir tane daha: "BUM!" 


Karnavalın ortasında patlayan bombanın etkisi de büyük oldu. Bu büyük kaosu en iyi izleyebilen kuşlardı. Kafamı kaldırınca onları gördüm, kuşlar benim arkadaşlarımdır. Bir tanesi yanıma geldi "Gidin burdan, hemen!" dedi. Kulağımdaki uğultu gidince yerde ters dönmüş ve baygın vaziyette yatan Gregor'u kaldırdım, kendine gelsin diye iki tokat attım. "Noluyo?" diye sordu, "Ebenin amı oluyo, koş" dedim. Birlikte koşmaya başladık. Önümüzde koşanlar da nereye gideceklerini bilmiyorlardı, sadece koşuyorlardı aynı bizim gibi. Peşimize kahverengi pardesülü birinin takıldığını farkettim ama Gregor'a bir şey çaktırmadım. Hızını kesmek istemiyordum. 


Birlikte bir çıkmaz sokağa girdik. Pardesülü de peşimizden geldi. Oldukça iriydi. Köşeye sıkışmıştık. Gregor da artık tehlikenin farkındaydı. Adam iyice yanımıza yaklaştı. Yavaşça üzerimize doğru geldi, küçücük kalmıştık. Şapkasını çıkardı "MERHABA SEVGİLİ GENÇLER!" dedi. Mustafa Sarıgül'le karşı karşıya kalmıştık...

Birinci bölüm sonu...


28 Mart 2013 Perşembe

Küçük Hamsi'nin Bir Acayip Hikayesi


Bundan bir hayli sene önce, ben Trabzon’da balıkçılık yaparken, teknemin hemen yanıbaşında küçük bir hamsi gördüm. Hamsi o kadar küçüktü ki, boyutları bir çöp balığı ile neredeyse aynıydı. Ona bu saatte buralarda ne aradığını sordum. Herhangi bir ailesi veya herhangi bir evi olmadığını anlattı. Bu durum beni gerçekten çok üzdü. Bu yüzden bu hamsi kılıklıyı yanıma almaya ve o gece onunla birlikte balığa çıkmaya karar verdim. Nasıl olsa sabah olduğunda bir yolunu bulurdum.

Bu Küçük Hamsi’yle Karadeniz’e açılıp, şapşaloz balıklar yakalamak ve onları evlat edinmek için içimde durduramadığım bir fırtına kopmuştu. Tam da bu sırada fırtına kopmuştu. Kamaradan çıkan Ebru Gündeş “Fırtınalaar koparsa kopsuunn, sürüklesin ikimiziii” diyerek belirdi ama aynı anda kafasına kırmızı çerçeveli bir gözlükle vurup “birkaç gün, içinde, dönnneoluur!” şarkısını söyleyerek bayılttım. 

Küçük Hamsi’nin çok korktuğunu farkettim. Ona üzerimdeki kalın paltoyu çıkarıp verdim. Korkmamasını, fırtınanın bir çift balığın çiftleşmesi kadar kısa süreceğini söyledim. Ağlarken gözlerime baktığında, bana güvendiğini anlamıştım. Ama işler hiç de tahmin ettiğim gibi gitmiyor, hatta gitmiyordu. Fırtına bir türlü dinmek bilmemiş, çılgın dalgaların içinde oradan oraya sürüklenirken elimizden gelen tek şey Ebru Gündeş’in hala baygın olarak yattığı kamarada, her şeyin geçmesini beklemekti. İşte tam bu sırada göğsümde uyuyakalan Küçük Hamsi’yle ben de uyuyakalmışım. Bu derece sarsılan ve bariz hasar gören bir teknede nasıl uyuduğumuzu sormayın, biz de bilmiyoruz. Ve inanın bu hayatımda çektiğim en güzel uykuydu.

Sabah olup uyandığımda Küçük Hamsi çoktan kalkmış, Ebru Gündeş’i üzerinde “250 KG TAŞIR” yazan sarı kırmızı bir kamyona yatırmış ve hastaneye götürmeye uğraşıyordu. Bu kamyonun Ebru Gündeş’i nasıl taşıdığını düşünürken Küçük Hamsi’yi de kucaklayıp güverteye çıktım. Çevreye baktığımda, gördüğüm yerden dolayı, beynimden bir zigananın bütün mermilerinin teker teker geçtiğini hissettim. Filmlerdeki o şey olmuştu; Küçük Hamsi, Ben ve baygın Ebru Gündeş ıssız bir adaya düşmüştük. Yanımıza aldığımız üç şey ise oyuncak bir kamyon, bir balıkçı teknesi ve balık ağıydı. Tekne ise büyük zarar görmüş ve kullanılamaz haldeydi. (Kullanılamaz Hal’de domatesin en iyisini bulabilirsiniz.) Bize kimse sormamıştı yanımıza alacağımız üç şeyi...

Aylar geçti. Ebru Gündeş hala baygın, ben ve Küçük Hamsi ise bitik durumdaydık. Teknedeki bütün erzağı tüketmiş ve ada sadece kumdan oluştuğundan dolayı hiçbir yerde, tek bir lokma yemek bulamamıştık. Neredeyse bir günden fazladır midemize tek bir lokma bile girmemişti. Bu sırada baygın Ebru Gündeş uyandı ve tekneden inip yanımıza geldi. “Çok acıkmışım yea, ama teknede hiç yemek bulamadım. Hepsini yediniz mi yoksa!?” diye sordu en kızgın yüz ifadesi ve ses tonuyla. Ve tekrar koşarak tekneye gitti. Bu sırada Küçük Hamsi’nin iyice kötü durumda olduğunu gördüm. Gözleri yarı açıktı. Bana eğilmemi, bir şey söyleyeceğini söyledi. Ben de denileni yaptım. Kulağımı dudaklarına yaklaştırdığımda “Artık bunu söylememin bir sakıncası yok; benim adım Hamsi Mandıralı, çok sert vururum.” Dedi. “Eyvallah” dedim. Tam bir şey daha söylerken, elinde Serdar Ortaç – Çakra albümüyle üzerimize canice koşan Ebru Gündeş’i farkettim. Niyeti bize zarar vermek ve tahminime göre Küçük Hamsi’yi yemekti. Onu tekrar “Birkaç gün, içindee, dönnneooluur!” şarkısını söyleyerek bayılttığımı sandım. Ama bu sefer Ebru Gündeş ölmüştü.

Ebru Gündeş’in öldüğünü farkedince, aklıma dahiyane bir fikir geldi.  Tekneden kalan parçalarla Ebru Gündeş’i birleştirip, yepyeni bir tekne yaptım. Küçük Hamsi’yi de kucağıma alıp bu yeni tekneyle Karadeniz’e açılmıştım...

Sabah olmuştu. Akıntı bizi bir limana vurmuş, Ebru Gündeş neredeyse çürümüş, Küçük Hamsi ise öldü ölecekti. Hemen Ebru Gündeş’ten inip, yakında bir hastane aramak için oradan oraya koşmaya başladım.  Bu sırada tekrar Türkiye’ye döndüğümüzü farkettim. Çünkü tam Acil’in önündeydik. Ben devlet hastanesinin aciline Küçük Hamsi’yi bıraktıktan sonra Trabzon’a geri döndüm. Ailesinin onu bulacağından emindim. İçimde böyle bir ses vardı...

Şimdi 77 yaşındayım. Bir balıkçı teknesinde yaşıyorum. Bugüne kadar Küçük Hamsi’den hiç haber alamamıştım. Ama  bu sabah Volkan Demirel gelip beni evimden aldırdı. İstanbul’a Maslak’taki Ağaoğlu Evleri’ne getirtti. İçeri girdim, baktım, karşımda Ali Ağaoğlu...

“O Küçük Hamsi benim,
Bu da senin yeni evin...” Dedi.

22 Temmuz 2012 Pazar

Gaziosmapaşa Belediyesi Davulcu Seçmeleri

"Sayın Oruç Tutarlı, Ramazan'da resmi olarak davulcu olma şansını elde ettiniz. Diğer adaylarla birlikte 11.07.2012 tarihinde belediyemize gelerek hünerlerinizi gösterebilirsiniz. Gaziosmanpaşa Belediyesi."

İşte bu mesajla birden dünyanın en mutlu insanı olmuştu Oruç. Aylardır işsiz ve beş parasız gezmekte, düğün müğün olursa oradan üç beş kuruş kazanmaktaydı. Pek de düğün olmuyordu doğrusu. Artık herkes davul zurna sesini Ümit Besen terk 'KORG' marka orglara yüklemiş, bir tuşla DUMDU DU DUMDU DU çalmaktaydı. Hemen kalktı, halihazırda ezberinde olan manilerle birlikte davulunu aldı ve belediyeye doğru yola koyuldu. 

Belediyeye vardığında ondan daha önce gelen yaklaşık 50 davulcuyu girişte camdan yapılmış kabinli ve dönen plaza kapısının önünde sırada buldu. Davulcular davullarıyla birlikte kapıdan içeri girmeye uğraşıyorlardı. Oruç da sıraya girdi. 3 saatlik bir bekleme sonunda içeriye girebilmişlerdi. Görevli olduğu gözlerinden belli olan belediye kadını, bütün davulculara tek sıra olmaları gerektiğini söyledi. Davulcular tek sıra oldular. "ÇALIN LAAN!" diye bağırdı. Ne olduğunu anlamayan davulcular DUM DAAM DADUUF BAM BAAM GÜÜÜM" diye davullara vurmaya başladı. "Tamam la durun!" diye bağırdı kadın. "HİHİHİH" diye de güldü. "Şaka yaptım lan şaka" dedi. Bu sırada sıranın sonundan bir ağlama sesi geldi. Kadın hemen o noktaya yöneldi. Oruç'un yanındaki davulcu hüngür hüngür ağlıyordu. Kadın ne olduğunu sordu. Davulcu "Oruç başıma vurduuaaaaa :'(" diye ağlama eylemine devam etti. Kadın "Oruç kim?!" diye sordu tüm siniriyle. "Benim!" dedi Oruç. Bir adım öne çıkarak. Sonra davulculardan biri çıkıp "Hayır, benim!" dedi. Sonra biri daha "Benim!" Başka biri daha "Hayır, benim!", "Benim!", "Benim lan benim!"...

Kadın çok sinirlendi."Oruç kimse çıksın!" diye bağırdı. Oruç 2 adım öne, bir adım geriye çıktı. Belediye kadını, ağlayan davulcuyu da Oruç'un yanına çekti. "Birinizin gitmesi gerek. Şimdi ikiniz kapışacaksınız!" Sen başla Ağlak Surat!" dedi. Hüngür Davulcu, davulunu boynuna asıp başladı davul çalıp, mani okumaya:


"İş var diye geldim buraya
 Kapıda girdim sıraya
 Of çok acıdı oğlum
 Oruç vurdu başımaa :'("

Oruç hiç durmadan karşılık verdi:

"6 aydır işsizim
 Yemek yiyemem, dişsizim
 Ben sana niye vuriyim oğlum;
 Doğuştan kişiliksizim."


Hüngür Davulcu:

"Hiç yalan atma vurdun tokmakla,
 Sesim çıkmasa ölürdüm valla
 Yine sen, sen olurdun ammaa
 Bilemezdin baban kimdi şerefsiz!"

Belediye Kadını birden araya girip "Tamam tamam kesiin! Söylemem gereken bir şey var. Aslında hepiniz seçildiniz. Ama hanginizin Davul Team'in başına geçmesine karar vermemiz gerekiyordu. Bu yüzden sizi çağırdım. Geçen sene davulcular tek başına sokakları geziyordu. Ancak neredeyse tüm davulcularımız kaçırıldı. Bu yüzden davulcuların takım halinde gezmelerine karar verdik. Başınızda da biri olması gerekiyor. Ağlayan davulcu olmaz. Bu yüzden hiiiç uğraşamam; Davul Team'in başına Oruç geçiyor. ARTIK O'NUN ADI, ONUN KODADI: ORUÇ REYİİİİZ!"

Gaza gelen diğer tüm davulcular: "AAAUU AUUUU AUUUU" nidalarıyla Oruç Reyiz'e tam destek verdiler. Artık Oruç, götünü kurtarmış ve kariyerinde ani ve keskin bir zıplama yaparak önemli bir mevkiinin de sahibi olmuştur. Yazdığı bir mani ise hayatını şöyle özetler:


"İyi ki o tokmağı vurmuşum
 Yoksa ben nolurmuşum?
 Davul Team'de liderim
 Doğalgazı da yaptırıp, kombiyle yoğuşmuşum."

14 Haziran 2012 Perşembe

İlham Penisi (1. Bölüm)


Hale Bak, son kitabını yazalıberi üzerinden 10 yıl geçmişti. Kitabın satışlarından kazandığı para neredeyse tükenmek üzereydi ve başka da bir geliri yoktu. Ama her türlü gideri vardı.
Yeni bir kitap yazması gerektiğini biliyordu. Çünkü yapabildiği en iyi şey buydu. Ancak en büyük sorunu en kısır dönemini yaşıyor olmasıydı. Telefonu eline aldı ve menajeri olan Stereo Pipi’yi aramaya karar verdi. Üç kere çaldıktan sonra Stereo telefonu açtı:
“Noldu lan, yine paran mı bitti? Yemin ederim bende de 5 kuruş yok. Para istiyceksen kapatıyorum telefonu...”
“Ya hayır Stereo, dinle beni. Paranın tükendiğinin farkındayım. Bu yüzden yazmam gerekiyor. Eksik olan tek şey bir ilham perisi...”
“Ya sus sikik, 10 yıldır gelmedi ilham perisi şimdi mi gelicek? Sonra görüşürüz.” Dedi ve kapattı telefonu Stereo. Hale, telefon yüzüne kapandığında adeta çökmüştü. Son ümidi de tükenmiş, yapacak hiçbir şeyi kalmamıştı.
Bu çaresizlik içinde aklına gelen tek şey intihar etmekti. Evdeki bütün ilaçları topladı. Bir bardak su koydu ve avucuna doldurduğu ilaçları hızlıca ağzına atıp, suyu peşisıra içti.
***
İlaçları içtikten sonra yattığı koltukta uyandı. Hiçbir şey olmamıştı. Aksine kendini çok daha iyi hissediyordu. Doğruldu, odanın köşesinde yoğun bir ışık gözüne vuruyordu. Gözlerini ovuşturdu. Bir müddet ışığın ne olduğunu anlamaya çalıştıktan sonra gidip bakmaya karar verdi.
Işığa doğru yürümeye başladı. Çok yavaş adımlarla ilerliyordu. İyice yaklaştığında ise gözlerine inanamadı; bu devasa bir penisti! İki yanında birer kanat olan ve etrafa beyaz bir ışık yayan devasa bir penis! Rüyada olduğunu düşündü bir an Hale; ya da ölmüştü. Böyle bir şey olması imkansızdı. İyice yaklaştığında ise artık gerçekten kalp krizinden öleceğini düşündü. Bu kanatlı, devasa penisin bir de yüzü vardı. Evet ağız, burun, gözden oluşan bir yüzü vardı.
“Selam!” dedi penis “Benim adım İlham Penisi. Senin için buraya geldim Hale Bak Hanım. Ama şu hale bak hanım!” dedi ve “Hihihihihi” diye güldü.
“Sen kimsin, nesin, ne arıyosun benim evimde?” diye sesi titreyerek sordu Hale.
“Ben İlham Penisi. Bir insanın yaratıcılığı öldüğünde gelir, yaratıcılığını körükler, yaşam koçluğu yapar, sonra da çeker giderim...” 


                                                                   DEVAM EDECEK...

10 Nisan 2012 Salı

Amerikan Güreşçileri Evime Saldırdı

Günlerdir aklımdan çıkmayan rüyam;

Bizim sokakta eşoğleşşek gibi bi Amerikan güreşçisinden, eşşek gibi dayak yiyorum. Sonra eve kaçıyorum. Pencereden aşağı bakınca birden sayılarının 20'den fazla olduğunu farkediyorum. Bütün bu güreşçiler beni yakalayıp dövmek için koşarak demir kapıya omuz atıyor, birbirlerini binamızın duvarlarına fırlatıyor, evimizin pankreasına acımasız yumruklar atıyor ve trabzanlara birbirlerinin kafalarını vuruyolardı.

Sonra uyandım. Ter-su. 

26 Şubat 2012 Pazar

Alaaddin'in Sihirli Pompası

Gecenin bi vakti telefonum çaldı, tek gözümü yarım açıp telefonun ekranına baktım; arayan Alaaddin'di. Açtım 

-"Ne var ağbi bu saattee yeaa" dedim. 
-"Oğlum hemen benim garaja gelmen lazım, acayip bi şey oldu." Dedi. 
-"Heaayh, tamam geliyorum." Dedim, çıktım yataktan. Sokaklarda annemin metro çıkışından aldığı "Nikel" marka eşofmanımla Alaaddin'in garajına doğru koşuyodum. Uzunca bir koşunun ardından garaj kapısına geldim. 

'GARAJ KAPISI FARKETMEYİNİZ :P' yazıyordu. "
-"ALAAADDİİİN", "ALOOO", "ALOOOADDİİİN" diye bağırdım kapıyı açsın diye. Duydu sesimi, açtı kapıyı. Yüzü bembeyazdı. 
-"Noldu lan, cin mi gördün zaaaa xD" diye şaka yaptım. 
-"Abi olanlara inanamiycaksın, gir içeri" dedi. Girdim. Duvarın dibindeki damacanaya doğru ilerledik. 
-"Noluyo oğlum, anlatsana!" dedim. 
-"Öyle anlat demekle olmaz, olayı anlatiyim mi?" dedi.
-"Anlatma lan." dedim.
-"Öyle anlatma demekle olmaz, anlatiyim mi?" dedi.
-"Gidiyorum lan ben!" dedim.
-"Öyle gidiyorum demekle olmaz... Dur lan gitme, damacanayla ilgili çok garip bi şey oldu, şimdi sana göstericem!" dedi. Damacanaya doğru ilerledik. 

"Bak şimdi!" dedi Alaaddin, "Pompalamaya başlicam ve olanları gör!" 

Sonra Alaaddin, damacanayı pompalamaya başladı. Bu sırada gerçekten inanılmaz bi şey oldu; pompaladıkça pompanın deliğinden beyaz, hayalet gibi bi şey çıkmaya başladı. Pompalama şiddetine oranla daha hızlı ve daha yavaş çıkıyordu. Alaaddin bu sırada pompayı durdurdu ve hayalet gibi olan şeyin vücudunun yarısı damacanının dışında, yarısı da içinde kalmıştı. 

Çok zekice! Alaaddin o'nu oraya sıkıştırmıştı. Bu sayede hayaletle hem iletişim kurabilecek hem de bize bi şey yapmasına izin vermiycektik. (Aynı zamanda bi İffet havası da yaratmıştık hani.) Alaaddin'i kutladım ve cebimdeki son meşaleyi o'nun ve tüm Aziz Yıldırım taraftarları için yaktım. Yanmadı. Neyse.

-"Kimsin lan sen!?" diye sordum hayalete o öksürürken.
-"HIIIIIA, NEFES ALAMIYORUM LIAAN!" dedi.
-"KONUŞ, KİMSİN KÖPEEEEK!" diye bağırdım.
-"Pompa Cini'yim öhö öhö... Adım Damacananın İçindeki Pompalayınca Çıkan Cin. 
-"İsme bak amk, zuhahahahh" diye güldüm. Yüzüme baktı, utanıp kafasını çevirdi.
-"Tamam lan kızma hahahah. Anlat bakiyim ne işe yararsın?" diye sordum.
-"Siz pompacılar beni her pompaladığınızda, ben ortaya çıkarım. Benden bi şey istersiniz. Elimden gelen bi şeyse seve seve yaparım yani ;))). Her seferinde ortaya çıkarım. Yalnız toplamda 3 şey isteyebilirsiniz." dedi.
-"Hobaa Alaaddin iste lan bi şeyler, çabuk!" dedim heyecanla. Ardından Alaaddin istemeye başladı;

-"1) Dünyadaki bütün paraları getir.
  2) Sonsuz kadın istiyorum.
  3) Benim için ilk ikisi yeterli olduğu için bu hakkımı Pompa Cini'nin bana kucak dansı yapmasından yana kullanıyorum HAHAHHAHAHAH" diye güldü.

Pompa Cini'nden gelen cevap ise şöyleydi;
-"Yalnız ilk iki şık elimden gelmez. Üçüncü şıkkı halledebilirim. HEHE. Üçüncü şık, şık durdu zaten HEHEHEH. Bu arada üç hakkını da kaybettin..."

Uzun bi sessizliğin ardından uyuyakalmıştım. Gözlerimi açtığımda, garajın köşesinde Atiye'nin Aşkistan şarkısı eşliğinde Pompa Cini'nin Alaaddin'e kucak dansı yaptığını gördüm.

Şimdi aradan 10 yıl geçti ve Pompa Cini hala bizimle. Aynı yemeği yiyoruz, aynı suyu içiyoruz. Fazladan bir boğaz eklendi. Ne faturalara, ne alışverişe bi katkısı var. Akşama kadar damacananın içinde yatıyo.

Alaaddin'in Sihirli Pompası hayatımızın amına koydu. 

19 Şubat 2012 Pazar

PARDON

Bundan epeyce bir vakit önce, bir Cumartesi akşamı evde otururken zil çaldı. Pencereyi açıp baktım; aşşağıda bir abi var. Dedim "Buyur KİMO?" Sanki bir CIA ajanı gibi kafasını kaldırıp 

- "Sen Semih misin?" dedi.
- "Sen Necdet misin?" dedim.
- "Nerden bildin lan?" dedi.
- "Lan lun yapma ulan!' dedim. (O bana "lan" demişti, ben o'na "ulan". O'ndan daha afilli bir argo kelime kullandığım için adamı mahvetmiştim.)
- "Uzatma in aşşaa ben polis!" dedi. Hızlıca kapattım pencereyi.

O an küçük tansiyonum büyük, büyük tansiyonum da küçük seviyelerinde seyretmeye başladı.  

Benim polisle ne ilgim olurdu? Hayatımda bir kere polise gittim, onda da cep telefonumu çalmışlardı o yüzden. Ama bunun konuyla ilglisi yok, sonra anlatıcam.

Endişeli vaziyette indim merdivenlerden, açtım kapıyı. Adamla göz göze geldik. 3 saniye bakıştık. Ben kapıyı kapattım.

- "Görüyorum orda olduğunu pezevenk, otomatik yanıyo. aç kapıyı!" diye bağırdı. Açtım.
- "Buyur abi" dedim.
Bi' kağıt uzattı elime. Kağıdın üzerinde "İfade Çağrısı" yazıyordu. 
- "Neyle alakalı bu yeaa" dedim yavşak yavşak.
- "Oğlum ağzını yaymadan konuş lan it!" dedi.
- "Eyvallah" dedim.
- "Bilmiyorum neyle alakalı, karakola ifadeye gelince öğrenirsin." dedi. 
- "Allaa allaa, neyle alakalı ki acabaa" diye yokladım bi daha.
- "Sen askere gittin mi?" dedi.
- "GİTMEDİYSEM NOLUCAK LAAAAN" demedim, diyemedim. - "Gitmedim." dedim yalnızca.
- "Herhalde askerlikle alakalıdır evlat." dedi.
- "Rıza Baba, sen misin?" dedim, sarıldım.
- "Lan bi sırnaşma, ben Necdet. Pazartesi 9'dan sonra gel, 2. katta beni bul. Öğrenirsin orda..." dedi.

Yukarı çıktım, babama anlattım "böyle böyle" dedim. Anlamadı. Biraz daha açıp konuyu anlattım, bu sefer anladı. Sanırım "böyle böyle" deyince bi şey çıkaramadı. N'apıcan işte baba, atsan atılmıyo satsan satarsın.
- "Siktir et, askerlikle ilgilidir." dedi.
- "Ok." dedim.
- "By" dedi. Olaysız dağıldık.

Pazartesi oldu. Öğlen 12'de karakola gittim. Bizim abi yoktu, diğer ifade odasında da başka bi polis abimiz ağzı gözü şişmiş, sarışın bi çocuğun ifadesini alıyodu. Dışarda bekliyodum ben de. O sıra içerideki çocuğu almaya gelen kel adam, bana dert yanmaya başladı:

- "Ya bu hep böyle. Binmişler Doğan SLX'e gecenin bi vakti, son ses açmışlar, bütün sokakları dolaşmışlar. Sonra bi adam inip bunu dövmüş. Sonra polise şikayet etmişler. Bıktım bu ay 3 oldu bu..."

- "Hep siz şımartıyosunuz bu çocuğu yaa..." dedim. Adam bi koltuk öteye uzaklaştı.

O sıra güzel giyimli jöle saçlı bi adam gelmişti. (Saçları jöleli değil, dikkat edin "Jöle saçlı" diyorum beyler.) Elinde bi yığın kağıt. 

- "Birrraaddeerr" dedi. "Hayırdır, sen n'aaaptın?"
- "Oğlum, benle öyle ağzını yayarak konuşma lan it!" dedim.
- "Eyvallah" dedi.
- "Bilmiyorum ki, şimdi öğrenicem niye çağırdıklarını, sen n'aaaaptın?" dedim.
- "Lan benle öyle ağzını yayarak konuşma yavşaaak" dedi.
- "Eyvallah." dedim. Sonra başladı anlatmaya:
- "Ya benim eski manita yaa... Gitmiş beni savcılığa şikayet etmiş yaa... Neymiş efendimm, ben o'nu takip ediyomuşum evine kadar. Hele hele hele hele, hele hele hele... LAN BEN ONU EVİNE BIRAKIYODUM BEEE, ALLAAHSIZ OLUR MU İNSAN BU KADAR? GİTMİŞ TAKİP EDİYO DEMİŞ. HARAM OLSUN HARCADIĞIM YOL PARALARIII" 

Tam ben "Bırak abii, bu kızların hepsi aynı yeaa" diyecekken Necdet Amir geldi:
- "Sen ne bekliyon burda lan? Gel benimle..." dedi. Gittim. 

Bir sürü dosyaların olduğu bi yerden en kalın olanı çıkarıp:
- "Al bu senin dosyan, ifade odasına yürü." dedi. 

O kadar kalındı ki hakkımdaki dosya, suçun tarihiyle ilgili yaptığım tüm araştırmaları içerdiğini düşünmeye başladım. Neyse, terlerken soğuk soğuk bi yandan da elimde dosyayla girdim odaya.

Diğer polis abimiz aldı dosyayı, okumaya başladı.
5 dakika oldu...
10 dakika oldu...
20 dakika oldu... Dayanamadım: 
- "Ya abi pardon, ben n'apmışım?" dedim.
- "Dur okuyoz!" dedi.
- "Okuyonuz da noluyo, annenizin babanızın parasıyla anarşiklik yapıyonuz Taksimlerde!" dedim. Okumaya devam etti. Sonra durdu, bana baktı:
- "Hakkındaki suçlamayı ve bilgilerini okuyorum, teyyid et." dedi.
- "Ok." dedim.
- "Semih Türkmen. Kazım Karabekir Mah. 1109. Sokak..." dedi, lafını kestim.
- "Yalnız bizim sokak değil orası." dedim. Yüzüme baktı ifadesiz msn smileyi yaptı. Devam etti:
- "Sen Geçen Mart, Lüleburgaz'da 23 SK 2343 plaka numaralı aracı çalıp, bir dükkana bodaslama girip, dükkanı soyup, aynı arabayla uzaklaşmışsın."
- "Ben hayatımda Lüleburgaz'a gitmedim. Lüleburgaz neresinde tam olarak İstanbul'un?" diye sordum.
- "Sen kaç doğumlusun lan?" dedi. 
- "90" dedim.
- "Ebenin amı." dedi.
- "1990" dedim.
- "Oh dedi".
- "Oh deme YEH de." dedim.
- "Ok." dedi. "Okuyo musun, okuyosan hangi okulda okuyosun?" diye sordu.
- "Kadir Has Reklamcılık 3. Sınıf" dedim.

Bunu duyunca ayağa kalktı

- "Gel benimle." dedi. Beraber Necdet Amir'in yanına gittik. Kel polis, Necdet Amir'e şunları söyledi:

- "Lan Necdet! Oğlum bu çocuk okuyor lan 3. sınıf. Sen yanlış adamı getirmişsin. Dosyaya da Selim yerine Semih yazmışsın. Valla başlayacam yapacağın işe he..." 

Ardından bana döndü

- "La oğlum, yürü sen de okuluna git hadi!"

Gittim. Yine de bu lafın üzerine suçlu hissettim.