Bundan bir hayli sene önce, ben Trabzon’da
balıkçılık yaparken, teknemin hemen yanıbaşında küçük bir hamsi gördüm. Hamsi o
kadar küçüktü ki, boyutları bir çöp balığı ile neredeyse aynıydı. Ona bu saatte
buralarda ne aradığını sordum. Herhangi bir ailesi veya herhangi bir evi
olmadığını anlattı. Bu durum beni gerçekten çok üzdü. Bu yüzden bu hamsi
kılıklıyı yanıma almaya ve o gece onunla birlikte balığa çıkmaya karar verdim. Nasıl
olsa sabah olduğunda bir yolunu bulurdum.
Bu Küçük Hamsi’yle Karadeniz’e açılıp, şapşaloz
balıklar yakalamak ve onları evlat edinmek için içimde durduramadığım bir
fırtına kopmuştu. Tam da bu sırada fırtına kopmuştu. Kamaradan çıkan Ebru
Gündeş “Fırtınalaar koparsa kopsuunn, sürüklesin ikimiziii” diyerek belirdi ama
aynı anda kafasına kırmızı çerçeveli bir gözlükle vurup “birkaç gün, içinde,
dönnneoluur!” şarkısını söyleyerek bayılttım.
Küçük Hamsi’nin çok korktuğunu farkettim. Ona
üzerimdeki kalın paltoyu çıkarıp verdim. Korkmamasını, fırtınanın bir çift
balığın çiftleşmesi kadar kısa süreceğini söyledim. Ağlarken gözlerime
baktığında, bana güvendiğini anlamıştım. Ama işler hiç de tahmin ettiğim gibi
gitmiyor, hatta gitmiyordu. Fırtına bir türlü dinmek bilmemiş, çılgın
dalgaların içinde oradan oraya sürüklenirken elimizden gelen tek şey Ebru
Gündeş’in hala baygın olarak yattığı kamarada, her şeyin geçmesini beklemekti.
İşte tam bu sırada göğsümde uyuyakalan Küçük Hamsi’yle ben de uyuyakalmışım. Bu
derece sarsılan ve bariz hasar gören bir teknede nasıl uyuduğumuzu sormayın,
biz de bilmiyoruz. Ve inanın bu hayatımda çektiğim en güzel uykuydu.
Sabah olup uyandığımda Küçük Hamsi çoktan kalkmış,
Ebru Gündeş’i üzerinde “250 KG TAŞIR” yazan sarı kırmızı bir kamyona yatırmış
ve hastaneye götürmeye uğraşıyordu. Bu kamyonun Ebru Gündeş’i nasıl taşıdığını
düşünürken Küçük Hamsi’yi de kucaklayıp güverteye çıktım. Çevreye baktığımda,
gördüğüm yerden dolayı, beynimden bir zigananın bütün mermilerinin teker teker
geçtiğini hissettim. Filmlerdeki o şey olmuştu; Küçük Hamsi, Ben ve baygın Ebru
Gündeş ıssız bir adaya düşmüştük. Yanımıza aldığımız üç şey ise oyuncak bir
kamyon, bir balıkçı teknesi ve balık ağıydı. Tekne ise büyük zarar görmüş ve
kullanılamaz haldeydi. (Kullanılamaz Hal’de domatesin en iyisini
bulabilirsiniz.) Bize kimse sormamıştı yanımıza alacağımız üç şeyi...
Aylar geçti. Ebru Gündeş hala baygın, ben ve Küçük
Hamsi ise bitik durumdaydık. Teknedeki bütün erzağı tüketmiş ve ada sadece
kumdan oluştuğundan dolayı hiçbir yerde, tek bir lokma yemek bulamamıştık. Neredeyse
bir günden fazladır midemize tek bir lokma bile girmemişti. Bu sırada baygın
Ebru Gündeş uyandı ve tekneden inip yanımıza geldi. “Çok acıkmışım yea, ama
teknede hiç yemek bulamadım. Hepsini yediniz mi yoksa!?” diye sordu en kızgın
yüz ifadesi ve ses tonuyla. Ve tekrar koşarak tekneye gitti. Bu sırada Küçük
Hamsi’nin iyice kötü durumda olduğunu gördüm. Gözleri yarı açıktı. Bana
eğilmemi, bir şey söyleyeceğini söyledi. Ben de denileni yaptım. Kulağımı
dudaklarına yaklaştırdığımda “Artık bunu söylememin bir sakıncası yok; benim
adım Hamsi Mandıralı, çok sert vururum.” Dedi. “Eyvallah” dedim. Tam bir şey
daha söylerken, elinde Serdar Ortaç – Çakra albümüyle üzerimize canice koşan
Ebru Gündeş’i farkettim. Niyeti bize zarar vermek ve tahminime göre Küçük Hamsi’yi
yemekti. Onu tekrar “Birkaç gün, içindee, dönnneooluur!” şarkısını söyleyerek
bayılttığımı sandım. Ama bu sefer Ebru Gündeş ölmüştü.
Ebru Gündeş’in öldüğünü farkedince, aklıma dahiyane
bir fikir geldi. Tekneden kalan
parçalarla Ebru Gündeş’i birleştirip, yepyeni bir tekne yaptım. Küçük Hamsi’yi
de kucağıma alıp bu yeni tekneyle Karadeniz’e açılmıştım...
Sabah olmuştu. Akıntı bizi bir limana vurmuş, Ebru
Gündeş neredeyse çürümüş, Küçük Hamsi ise öldü ölecekti. Hemen Ebru Gündeş’ten
inip, yakında bir hastane aramak için oradan oraya koşmaya başladım. Bu sırada tekrar Türkiye’ye döndüğümüzü
farkettim. Çünkü tam Acil’in önündeydik. Ben devlet hastanesinin aciline Küçük
Hamsi’yi bıraktıktan sonra Trabzon’a geri döndüm. Ailesinin onu bulacağından
emindim. İçimde böyle bir ses vardı...
Şimdi 77 yaşındayım. Bir balıkçı teknesinde
yaşıyorum. Bugüne kadar Küçük Hamsi’den hiç haber alamamıştım. Ama bu sabah Volkan Demirel gelip beni evimden
aldırdı. İstanbul’a Maslak’taki Ağaoğlu Evleri’ne getirtti. İçeri girdim,
baktım, karşımda Ali Ağaoğlu...
“O
Küçük Hamsi benim,
Bu
da senin yeni evin...” Dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder