28 Mart 2013 Perşembe

Küçük Hamsi'nin Bir Acayip Hikayesi


Bundan bir hayli sene önce, ben Trabzon’da balıkçılık yaparken, teknemin hemen yanıbaşında küçük bir hamsi gördüm. Hamsi o kadar küçüktü ki, boyutları bir çöp balığı ile neredeyse aynıydı. Ona bu saatte buralarda ne aradığını sordum. Herhangi bir ailesi veya herhangi bir evi olmadığını anlattı. Bu durum beni gerçekten çok üzdü. Bu yüzden bu hamsi kılıklıyı yanıma almaya ve o gece onunla birlikte balığa çıkmaya karar verdim. Nasıl olsa sabah olduğunda bir yolunu bulurdum.

Bu Küçük Hamsi’yle Karadeniz’e açılıp, şapşaloz balıklar yakalamak ve onları evlat edinmek için içimde durduramadığım bir fırtına kopmuştu. Tam da bu sırada fırtına kopmuştu. Kamaradan çıkan Ebru Gündeş “Fırtınalaar koparsa kopsuunn, sürüklesin ikimiziii” diyerek belirdi ama aynı anda kafasına kırmızı çerçeveli bir gözlükle vurup “birkaç gün, içinde, dönnneoluur!” şarkısını söyleyerek bayılttım. 

Küçük Hamsi’nin çok korktuğunu farkettim. Ona üzerimdeki kalın paltoyu çıkarıp verdim. Korkmamasını, fırtınanın bir çift balığın çiftleşmesi kadar kısa süreceğini söyledim. Ağlarken gözlerime baktığında, bana güvendiğini anlamıştım. Ama işler hiç de tahmin ettiğim gibi gitmiyor, hatta gitmiyordu. Fırtına bir türlü dinmek bilmemiş, çılgın dalgaların içinde oradan oraya sürüklenirken elimizden gelen tek şey Ebru Gündeş’in hala baygın olarak yattığı kamarada, her şeyin geçmesini beklemekti. İşte tam bu sırada göğsümde uyuyakalan Küçük Hamsi’yle ben de uyuyakalmışım. Bu derece sarsılan ve bariz hasar gören bir teknede nasıl uyuduğumuzu sormayın, biz de bilmiyoruz. Ve inanın bu hayatımda çektiğim en güzel uykuydu.

Sabah olup uyandığımda Küçük Hamsi çoktan kalkmış, Ebru Gündeş’i üzerinde “250 KG TAŞIR” yazan sarı kırmızı bir kamyona yatırmış ve hastaneye götürmeye uğraşıyordu. Bu kamyonun Ebru Gündeş’i nasıl taşıdığını düşünürken Küçük Hamsi’yi de kucaklayıp güverteye çıktım. Çevreye baktığımda, gördüğüm yerden dolayı, beynimden bir zigananın bütün mermilerinin teker teker geçtiğini hissettim. Filmlerdeki o şey olmuştu; Küçük Hamsi, Ben ve baygın Ebru Gündeş ıssız bir adaya düşmüştük. Yanımıza aldığımız üç şey ise oyuncak bir kamyon, bir balıkçı teknesi ve balık ağıydı. Tekne ise büyük zarar görmüş ve kullanılamaz haldeydi. (Kullanılamaz Hal’de domatesin en iyisini bulabilirsiniz.) Bize kimse sormamıştı yanımıza alacağımız üç şeyi...

Aylar geçti. Ebru Gündeş hala baygın, ben ve Küçük Hamsi ise bitik durumdaydık. Teknedeki bütün erzağı tüketmiş ve ada sadece kumdan oluştuğundan dolayı hiçbir yerde, tek bir lokma yemek bulamamıştık. Neredeyse bir günden fazladır midemize tek bir lokma bile girmemişti. Bu sırada baygın Ebru Gündeş uyandı ve tekneden inip yanımıza geldi. “Çok acıkmışım yea, ama teknede hiç yemek bulamadım. Hepsini yediniz mi yoksa!?” diye sordu en kızgın yüz ifadesi ve ses tonuyla. Ve tekrar koşarak tekneye gitti. Bu sırada Küçük Hamsi’nin iyice kötü durumda olduğunu gördüm. Gözleri yarı açıktı. Bana eğilmemi, bir şey söyleyeceğini söyledi. Ben de denileni yaptım. Kulağımı dudaklarına yaklaştırdığımda “Artık bunu söylememin bir sakıncası yok; benim adım Hamsi Mandıralı, çok sert vururum.” Dedi. “Eyvallah” dedim. Tam bir şey daha söylerken, elinde Serdar Ortaç – Çakra albümüyle üzerimize canice koşan Ebru Gündeş’i farkettim. Niyeti bize zarar vermek ve tahminime göre Küçük Hamsi’yi yemekti. Onu tekrar “Birkaç gün, içindee, dönnneooluur!” şarkısını söyleyerek bayılttığımı sandım. Ama bu sefer Ebru Gündeş ölmüştü.

Ebru Gündeş’in öldüğünü farkedince, aklıma dahiyane bir fikir geldi.  Tekneden kalan parçalarla Ebru Gündeş’i birleştirip, yepyeni bir tekne yaptım. Küçük Hamsi’yi de kucağıma alıp bu yeni tekneyle Karadeniz’e açılmıştım...

Sabah olmuştu. Akıntı bizi bir limana vurmuş, Ebru Gündeş neredeyse çürümüş, Küçük Hamsi ise öldü ölecekti. Hemen Ebru Gündeş’ten inip, yakında bir hastane aramak için oradan oraya koşmaya başladım.  Bu sırada tekrar Türkiye’ye döndüğümüzü farkettim. Çünkü tam Acil’in önündeydik. Ben devlet hastanesinin aciline Küçük Hamsi’yi bıraktıktan sonra Trabzon’a geri döndüm. Ailesinin onu bulacağından emindim. İçimde böyle bir ses vardı...

Şimdi 77 yaşındayım. Bir balıkçı teknesinde yaşıyorum. Bugüne kadar Küçük Hamsi’den hiç haber alamamıştım. Ama  bu sabah Volkan Demirel gelip beni evimden aldırdı. İstanbul’a Maslak’taki Ağaoğlu Evleri’ne getirtti. İçeri girdim, baktım, karşımda Ali Ağaoğlu...

“O Küçük Hamsi benim,
Bu da senin yeni evin...” Dedi.

Hiç yorum yok: